1. İçeriğe git
  2. Ana menüye git
  3. DW'nin diğer sayfalarına git

Yorum: Her şey Ayşe Teyze için

15 Ağustos 2018

Bundan 14 yıl önce tablo bambaşkaydı. 2004'te hem konjonktür Türkiye'nin lehineydi, hem de ekonomi canlanmıştı. Bugün tam ters köşedeyiz ve bütün bunlar Ayşe Teyze'yi de ilgilendiriyor. Banu Güven DW Türkçe için yazdı.

https://p.dw.com/p/33BnV
Banu GüvenFotoğraf: Privat

Banu Güven

Öyle bir anda olmadı. Kazanda ısınan suyun içinde yavaş yavaş haşlanan kurbağayı hayal edin. Millet de öyle kazanın içinde oturmuş, kendi kendine "Ortalık biraz ısındı mı ne?" diye sorarken, alevler harlandı ve su kaynayıverdi. Ayşe Teyze de cebindeki üç beş lirasıyla kazanın içindeydi. Doları yoktu ama sıcağı hissediyordu. O ana kadar televizyonda hangi kanalı açtıysa hep ekonominin iyi gittiğini duymuştu. Büyüme diye bir şey vardı. Enflasyon canavarı ortadan kaybolmuştu ve bir daha uğramayacaktı. Kıskananlar çoktu tabii. Ortalığın limonata kıvamında olması gerekirken bu su niye kaynamıştı ki şimdi? Olan biteni dışarıdan izleyen tuzu kurulardan biri nedense Ahmet'i Mehmet'i görmeyip onu seçti ve seslendi: "Ya sen zaten çoktan yanmışsın. Etin ne, budun ne? Aylık gelirin, emekli maaşın belli. Dolarla ne işin olur ki? Hareket etmeye bile yeltenme." Ayşe Teyze içinden "Sen bir dur. Ben ne kazanlardan çıkmayı bildim. Sana gününü gösteririm" diye geçirdi. Bağırmaya takati yoktu, çünkü ortalık çok sıcaktı ve başı dönüyordu. Hayalinde o tarafa doğru bir terlik fırlattı. O sırada "Doların var mı? Altın var mı altın?" diye bir ses duydu: "Bozdur onları. Hadi, memleketi kurtarmak senin elinde." İçinden "Sen ne yaptın? Kaç doların, ne kadar altının var senin?" diye bağırmak geldi, ama takati kalmadığı ve korktuğu için yapmadı. Biraz ileride alevler Türk Lirası'nı yalayıp geçti. Uzakta elinde bahçe hortumu terler içinde alevlere su tutan bir adam gördü. Ayşe Teyze "Yok, böyle olmayacak" diye iç çekti. Bu yangın neden çıkmıştı ki?

Neden?

Serbest piyasa ekonomilerinde "güven" olmazsa olmaz bir kriter. Yatırımcıların direksiyonu tutanların bilgisi ve becerisinin yanında piyasanın da keyfi müdahaleler olmadan serbestçe işleyebileceğine inanması gerekiyor. Otoriter olacaksınız, "Astığım astık, kestiğim kestik" diyeceksiniz, "faiz lobileri" deyip Merkez Bankası'nın elini kolunu bağlayacaksınız, ABD'li papazı pazarlık için hapiste tutacaksınız, dolarla borçlanmaya devam edip, sonra da doların sahibine kafa tutacaksınız. Çin değilseniz altınızdaki halı çekiliverir, yere yapışırsınız.

AKP 2001 krizinin ardından iktidara tam yükselmekte olan bir dalganın üzerinde geldi. Kemal Derviş'in IMF ile imzaladığı "Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı" yürürlükteydi. ABD'de o dönem faizler düşük seyrediyor, yatırımcılar paralarını Türkiye gibi ülkelere yöneltiyordu. AB ile üyelik müzakerelerinin 2004'te başlaması da iyiye işaretti. O zamanlar memlekete demokrasi gelecekti. Vadedilen oydu. O yıl büyüme oranı yüzde 9,4 olarak kayda geçti. Küresel krizin baş gösterdiği 2008'e kadar da dikkat çekici büyüme rakamları yakalandı. Yabancı sermayenin dönmesi için yine ABD'de faizlerin sıkı tutulduğu 2010'u beklemek gerekti. Anlayacağınız Türkiye ekonomisi hem faiz baskısından uzak, hem de döviz bolluğu içinde yıllar geçirdi. Ta ki 2013'e kadar… İktidar 2013'te dolarda yaşanan yükselişi Gezi'yle bağlantılandırıyor. Ben size bu türbülansta sıkça başvurduğum Ümit Akçay'ın bir makalesinden bir bölüm takdim edeyim:

"2013 sonrasında ise ABD ve AB'de önce parasal genişlemenin azaltılacağı, sonra duracağı ve hatta parasal daralma dönemine girileceği ve buna ek olarak da faiz artışına gidileceği ilan edildi. Yani, Türkiye gibi ülkeler için 2002-2013 arasında, neoliberal popülist birikim rejimlerin kurulmasını mümkün kılan maddi zemin ortadan kalktı. Bunun sonuçlarını, 2013 sonrasında ekonomi politikasının kilitlenmesi olarak görüyoruz."

İnternete girin ve o dönemlere dair arama yapın. Giderek artan şekilde bir faiz tartışması olduğunu göreceksiniz. Tartışmanın tarafları Recep Tayyip Erdoğan, Merkez Bankası ve artık görevde olmayan ilgili bakanlar.

Nisan 2013'te yüzde 6 faizi eleştiren bir başbakan var karşımızda. Sonra Ocak 2014'te, ne hikmetse, faiz artışından hoşlanmadığını belirtmekle birlikte "Merkez Bankası bağımsızdır" diyebilen bir Erdoğan var.

Merkez Bankası'nın 2018'den önce piyasalara yaptığı son adamakıllı müdahalesi de bu tarihte. Dolar 2,25'ten 2,20'ye düşüyor, bir süre de o aralıkta seyrediyor.

2015'te ise Merkez Bankası da, ilgili bakan da "Faiz artırımıyla enflasyon düşürülebilir" dedikleri için, Erdoğan'dan "Kendinize çeki düzen verin" diye fırça yiyorlar.

Cumhurbaşkanı 27 Şubat 2015'te yaptığı bir açıklamada da, Merkez Bankası'na yüklenirken "Vatanı satmak yüksek faizle olur" diyor. Daha önce de Merkez Bankası Başkanı'na "Bize karşı bir bağımsızlık mücadelesi veriyorsun da başka yerlere karşı bağımlılığın mı var?" diye çıkışmışlığı var. Mart 2015'te "Dolar tarihi zirvesini gördü" diye bir haber çıkıveriyor karşınıza. O zamanın tarihi zirvesi 2,52 TL.

Dış etkenlere cevap verilemediği için yavaş yavaş 3 TL'nin üzerine çıkan dolar, sonra gittikçe daha dik bir eğriyi tırmanmaya başlıyor. Sonra darbe girişimi ve OHAL geliyor.

Nisan - Mayıs 2018 doların kancayı 4.00'ün üzerine taktığı dönem. Standard and Poor's büyüyen cari açığa rağmen pompalanan büyüme oranına bakarak "Türkiye'nin mali durumu kötüleşti. Ekonomi aşırı ısındı" diyerek kredi notunu düşürünce doların yolu daha da açılıyor.

Aynı dönemde, enflasyon yüzde 10'un üzerine yerleşmiş, dolar 4,32 TL olmuşken Cumhurbaşkanı yabancı yatırımcıya güven vermek için Londra'ya gidiyor. Ama hadiseyi yanlış anlamış, teminat olarak kendisini ortaya koyuyor. Bir TV söyleşisinde "Bir defa siz devlet başkanısınız. Halk para politikalarıyla ilgili konularda kimi sorumlu tutar? Bunu Başkan'a soracağına göre, para politikalarında etkili olan bir Başkan görüntüsü vermeye mecburuz" diyor.

Yatırımcılar ondan siyasal alanı da ilgilendiren yapısal reform haberi ve bağımsız bir merkez bankası sözü beklerken, o "Düşük faiz oranlarının düşük enflasyon getirdiğini artık öğrenin" diye ders vermeye çalışıyor. Görüşmeye katılanlardan biri toplantının sonucunu Financial Times gazetesine "Cumhurbaşkanı temel faiz oranı teorisine inanmazken, bir ülkeye nasıl yatırım yapabilirsiniz?" diye özetliyor. İki gün sonra dolar 4,50 TL'yi geçiyor.

Gerisini biliyorsunuz. Dolar geri gitti, ama 7,15 TL'yi gördüğünde dudağınızda çıkan uçuk muhtemelen hala duruyordur. Aklınıza papaz geliyordur.

"Yapalım onun yargıda şeyini"

"Bize diyorlar ki, 'İşte filanca papazı bize verin'. Bir papaz da sizde var. Siz onu bize verin, biz de size onu, yapalım yargıda şeyini, size verelim." Erdoğan Eylül 2017'de ABD'ye bu sözlerle "Ver papazı, al papazı" derken hukuku ve yargıyı Gülen için pazarlığa bağladığını gizlememişti. Pazarlık düşündüğünden farklı gerçekleşti. Ekim 2016'da tutuklanan papazı serbest bırakmayıp ev hapsine gönderince olanlar oldu. Ne de olsa ABD Başkanı Trump'ın eli daha kuvvetliydi. Bakanlara ülkeye giriş yasağından vergi artırımına ve hatta Türkiye'nin de proje ortağı olduğu F-35'lerin teslimatını durdurmaya kadar varan yaptırımlarla birlikte alevler büyüdükçe büyüdü işte. ABD'nin elindeki Halkbank kartından söz etmiyorum bile. Dış politika açısından neredeyse iflasa yol açan bir hesapsızlık sözkonusuydu.

Ne var ki ekonomik kriz tehlikesi, ABD ile yaşanan kriz bitince geçmeyecek. Yangın papaz bırakıldığında sönmeyecek. Bu yangını söndürmek ve soğutmak için ekonomistlerin yıllardır dilinde tüy bitiren "yapısal reform" çağrısına kulak verilmesi, piyasadaki aktörlere yeniden güven telkin edilmesi gerekiyor. Yoksa Ayşe Teyze'nin cebindeki para sadece pul değil, kül olacak ve o terlik de gelip adresini bulacak.

Banu Güven

© Deutsche Welle Türkçe